Nerde o eski günler diyenlerin sayısının hergün çoğaldığı bugünlerde bizde biraz eskilerden bahsetmek istedik.
Anlatıyor bir Doğubayazıt'lı eski günlerinden, gördüklerinden, yaşadıklarından, duyduklarından işte. Şimdiki lüx haburger markalarının önünde sıraya giren ve büyüklerini cahillikle suçlayan yata itham eden gençler bilmez işte.
Değer vardı, tad vardı, saygı vardı, hoşgörü ve güzellik vardı. Doğubayazıt'ta mahallelerde geçildiği zaman yemeğin kokusu iki mahalle öteden gelir istenildiğinde kapı çalınır ve bir kap yemek minnetsizce istenebilirdi. Halden aldığın meyve ve sebzenin öyle güzel kokusu vardı ki tadıda yemede yanında yat misali. Televizyonlar siyah beyaz gösterirdi ama o dönemlerde isnanların hayatları çok renkli ve hayatları çok değerliydi. Çok iyi hatırlıyorum diyor yazan arkadaş ; " küçüktüm saat akşam üstü 5 olduğunda beni çarşıda gören büyükler bir tokat sallardı ne işin var bu saate hala çarşıdasın evine gitmemişsin. Bende üzülürdüm tabi gelir hemen o büyük dayıyı babama şikayet ederdim birtanede babam patlatırdı bana o dayı sana boşuna vurmaz sana evladı gibi sahip çıktığı için kızmıştır. "
Evet gerçekten öyle birtek kendi evlatlarına değil şehirde, merkezde, mahallede gördüğü her genci, çocuğu kendi evladı gibi gören büyükler vardı. Gençlerin her yanlışını gördüğünde uyaran büyükler vardı tabi büyükleri görüncede kendine çeki düzen veren ve saygı gösteren gençler vardı. Mesela mümkünmüydü ki bir düğünde bir gencin halay başına geçmesi ? Hayır çünkü saygıdan halay başına büyükler geçerdi. Çalıştığımı bir iş yerinde iş yeri sahibi bir genci sırf işi görülsün diye çalıştırmaz gerçekten koluna altın bir bilezik taksın, sanat öğrensin, meslek öğrensin, iş öğrensin isterdi. Komşu çocukları akşamları birbirlerinin evlerinde kalırdı. Kaplıcalara gidildiğinde yarım kamyon tutulur, yataklar yüklenir haftalık erzaklar yüklenirdi. Diyadin kaplıcalarında bir hafta hatta üç hafta kalınırdı. Çünkü otamın, sohbetin, muhabbetin tadı vardı. Suya girer gelir mangalını yakarlardı akşamada uzun saatlerce muhabbet etmek için semaverler kaynatılırdı.
Hangi güzelliği yazalım bilmiyoruz. O kadar çok ki, okadar uzun ki ama anlamayana çok kısa, göz gezdirip geçip geçiştirir. Ama anlayan okurken yaşar bu yazdıklarımızı. Senelik ayakkabılar giyerdik, senelik dediğimizde lastikten ayakkabı ayaklarımızı kanatır yara ederdi, mahalledeki teyzeler annelerimiz gibiydi, susayınca hemen evlerine girer su içerdik çünkü kendi evimiz gibi bilirdik onlarda kendi evlatları gibi. Yanlış gözle bakmak yoktu. Evlenmek isteyen gençler şimdikilerdeki gibi an ve an sevdiğini göremez ve onunla konuşamazdı. Niyeti ciddi ya evlenecek ama bi haber göndermek istiyor nasıl yapacak ? Ayarlardı bir yanıdık çocuk rüşvetini verirdi yazılı notu gönderir şu mahallede şu sokakta şu saate seni bekliyor olacağım derdi. Saatlerce o mahalle, o sokakta gelmesini beklerdi sevdiğinin. Bir düğün olmaya görsün aylar öncesinden başlardı heyecanı ve telaşı, hazırlıkları. Hele birde düğün günü gelsin vay babam vay sen gör şenliği ve eğlenceyi. Birbirinden çevrilen şarkılar, sesle söylenen halaylar bazende sadece davul ve zurna düğünler 3 gün bazen 4 gün sürerdi. Düğün evi gelen misafirlerden dolayı çok kirlenir çamur içinde kalırdı ama düğün sahibi bundan bile mutluluk duyar " olsun kirletenler yabancı mı hepsi davetlilerimiz canları sağolsun " derdi.
Düğün yemekleri büyükler tarafından ateşler yakılıp günler öncesinden hazırlanırdı ki ne lezzeti vardı o yemeklerin. Şimdikilerdeki gibi okula hergün anne yada babamızla değil mahalle arkadaşlarımızla tek giderdik. Anlayacağınız herşeyin tadı ve değeri vardı. Şimdilerde değerlerimizden kompuş bir toplum olmuşuz büyüklerimize saygımız kalmamış, küçüklerimize sevgimiz kalmamış hiçbir değerimizi umursamıyor sadece çıkar odaklı bir hayat sürmenin peşindeyiz maalesef.